90'ların yeni yeni gelişmekte olan 3d bilgisayar animasyonlarının potansiyelini ilk kez, maltepe pazarından korku filmi zannedilerek alınan 98 yapımı efsanevi adventure oyunu Sanitarium'da keşfetmiştim. Ellerindeki kısıtlı görsel tekniklere rağmen oyuna- hikayeye uygun o tuhaf atmosferi başarıyla korumuşlardı. Hikayenin içine fazla girdiğim için olacak ki son bir kaç sahnede zevkten delirmiştim
( https://www.youtube.com/watch?v=ORB88Texjak oynamayı düşünüyorsanız fazla bakmayın, spoiler dolu).
( https://www.youtube.com/watch?v=ORB88Texjak oynamayı düşünüyorsanız fazla bakmayın, spoiler dolu).
Sağlam bir 90'lar korku filmi olarak gördüğüm Sanitarium'u hala film arşivimde tutuyorum.
Gerçekliği feci derecede başarısız bir şekilde taklit etmeye çalışan bu oyunun animasyonunda o mimiksiz, kötürüm suratlarla çığlık atıp, sinir krizi geçirme çabalarının çok değişik bir etkisi yok mu? Günümüzün süper sonik pixar dünyalarının seviyesine geçerken animasyon arafında sıkışıp unutulmuş, insan taklidi yapan yarı felçli BUGlar gibiler. Hani GTA gibi Sims gibi oyunların bugları. Oyun karakterini normalde girememesi gereken bir yere sokarsınız ve normalde oynadığınız mekanın bozuk bir versiyonunda tıkılı kalırsınız. Oyunun kendisinden daha ilginçtir bu yerler. Ve bu araf mekanlarının delirmiş sakinleri vardır.
Bug |
oyun bug'ı |
(Bu dünyanın animasyon olmayan temsilcilerinden biri yönetmen Harmony Korine'dir. Filmleri çöpte bulunmuş, ağzı burnu seyiren, deforme olmuş kötürüm bebeklere benzer. Film dünyasının bug'ı. Dogma 95)
O ilginçlikler yaratan geçiş aşamasının tamamlanmasıyla beraber etraf, işi bolca plastik renkler ve sevimlilik üretmek ve orijinal konuları kendi sıradanlığıyla heba etmek olan disney pixar ıvır zıvırlarıyla dolup taştı. İnatla, akıl sağlığı yerinde, tutarlı dünyalar ve karakterler yaratıp durdular.
O ilginçlikler yaratan geçiş aşamasının tamamlanmasıyla beraber etraf, işi bolca plastik renkler ve sevimlilik üretmek ve orijinal konuları kendi sıradanlığıyla heba etmek olan disney pixar ıvır zıvırlarıyla dolup taştı. İnatla, akıl sağlığı yerinde, tutarlı dünyalar ve karakterler yaratıp durdular.
Bu 3d tekniği öyle bir fetiş haline geldi ki, bilgisayar animasyonlarından farksız stop motion filmleri bile yapıldı. Bu güzelim tekniğin kendisine özgü kusurlarını, stop motion'u stop motion yapan "hataları" olabilecek en aza indirerek onu görünüşte basit bir 3d animasyonuna çevirdiler. Kusursuzlaştırarak (3D'leştirerek) tekniğin kimliğini yok ettiler vs.
Ama çizimle yapılmış 1908'deki ilk animasyondan İnside Out'a giden yolda hiç bir teknik ve onun seviyesi, "daha iyisi var, bunun modası geçti" denilerek bir kenara atılmadı. Hepsi yönetmenlerin elinde birer üslup seçeneğine dönüştü. Animasyonda gelinen son nokta diye bir şey yok. Bilim değil bu.
Where the dead go to die |
İşte sanitarium'dan beri aradığım o tadı namı değer "en kötü animasyon" Where The Dead Go To Die'da bulmuştum. En kötü animasyon filmlerinin başında geliyor evet. Ve en rahatsız edici film listelerinin de baş tacı sayılır.
Ama tuhaf ve nadir animasyonları kovalayan, kazıp çıkaran koleksiyoncuların en değerli taşlarından biridir Where The Dead Go To Die.
Hastalıklıdır, yaratıcı bir sapığın kabusu gibidir. Biraz da ergencedir. Olsun, benzeri yok.
Where the dead go to die |
Ve internete düşecek mi yoksa ben mi parayı bayıp getirtsem diye arada kaldığım bir film daha. Where the dead'le gazı alan tokatlanası ergen Jimmy'den gene bi saçmalatmacalar, LSDler, görsel cümbüşler. Oh Mis.
Seveceksiniz lan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder